- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Ömrü iftira, hakaret ve sürgünlerle geçen Niyazi Mısri Hazretleri,
Hatırat’ında Limni adasında geçen esaret günlerinde, kendisine hakaret
etmeleri için bazen düşmanlarının, çocukları ayartıp üzerine
gönderdiklerini, bunlardan birkaçının utanıp özür dilediğini, bazı
geceler evine gidemeyip camide sabahladığını, defalarca zehirlendiğini,
yüzü ve dudaklarının şişip hareket edemez hale geldiğini, bu yüzden
zaman zaman konuşma ve yazmada sıkıntı çektiğini anlatır.
Zehir
koyarlar endişesiyle karpuz suyuyla yemek pişirdiğini, kırk gün
minberde sabahladığını, bu sırada mescidin tavanının delindiğini,
yazdıklarının kendinden habersiz alınıp kontrol edildiğini, Limni
hakiminin kendisini “sus bre terbiyesiz” diye azarladığını, halk içinde
durmadan hakarete uğradığını, gece yarısı çan çalarak onu
uyutmadıklarını, düşmanları tarafından yüzüne tükürüldüğünü ve daha
maruz kaldığı birçok başka işkenceyi anlatır. (Mısri Divan-ı İlahiyat/
Haz: Mustafa Tatcı, H Yayınları)
On beş yıllık ilk sürgününden
sonra Bursa’ya gelen Niyazi Mısri Hazretleri’ne meşayıhtan ziyarete
gelen biri sorar: “Efendim niçin başka bir mahalde ikamet etmek
istemediniz?” Mısri şöyle der: “Evladım eğer Limni adasından daha münkir
ve böyle habis insanlar başka bir diyarda olsaydı, hakir o diyara
giderdim.” Belalar karşısındaki basiret ve ferasetli duruşun, insanın
hidayetini artırdığı ortak bir tecrübe. Yüksek zatlar için ağır sınavlar
mevcut. İbrahim Ethem Hazretleri mesela, bela gelince şükreder, nimet
gelince paylaşırmış bu uğurda. Çileler Hak yolunda çekildiğinde,
musibetler kulluk bilincine hizmet ediyor, şerdeki hayırlar zahir oluyor
görmeye niyet edenlere. Mısri Hazretleri’nin yaşadığı sıkıntılar,
yüksek mertebedeki zatların pek çoğunun da başından hiç eksik olmamış.
Bunun zirve örneği kuşkusuz Efendimiz sallallahu aleyhi vessellem’in
çile dolu hayatında gizli.
Kansız kıyım olarak
tanımlayabildiğim nefret, içimize bir kez girmeye görsün, bünyeyi ele
geçirmekle kalmıyor, etrafa da sirayet ediyor. Bizden nefret edenden biz
de nefret eder hale geliyoruz kolayca. Efendimiz’in intikam almak
yerine affedici davrandığı ve bu sayede kendisinden nefret edenlerin
Müslüman olduğuna dair örnekler vardır. Zira nihai amaç nefretin
yaygınlaşmasını engellemek ve Hakk’a yakınlaşma gayretidir.
Affetmek elbet biz avam için kolay değil, bu yüzden hesap sormak,
yargıya gitmek, diyet istemek gibi yollara başvuruyoruz zulüm
karşısında. Kısas’ın ‘caydırıcı’ etkisinde ise evet, ayetin dediği gibi
hayat var kuşkusuz. Kendindeki öfke ve nefretin ulaşabileceği yıkıcılığı
fark etmek, aynı şeyin mevcudiyetini başkalarında da (düşman
gördüklerinde de) görebilmeyi gerektiriyor. Ama bu, bizim gibi nefsini
dizginleyemeyenler için. Kâmil insan ise İsa aleyhisselam gibi kötülüğe
karşı iyilikle karşılık vermekle emrolunur:
“Onlar, bollukta ve
darlıkta infak eder, öfkelerini yener, insanları affederler. Ve Allah
muhsinleri affeder.” Kısası inkâr etmeyen ama nefsten kaynaklanan öfkeyi
reddeden bir dili oluşturmak insanî bir sorumluluk olduğu için midir
bilmiyorum, kulun affetmesi de adalete dahil edilmiştir. Helalleşmeye,
örtmeye, pişman olmaya, tövbeye, yeniden başlamaya, umuda, kötülükleri
unutmaya açılabilir her an kapımızın bir kanadı. Allah’ın adalet
dağıtmaktan ziyade adaleti ihsan ettiğini bilmek ve bunu içselleştirmek
de bu anlamda bir gayret bekliyor bizden.
Bazen hiçbir şeyi
değiştiremiyoruz haklı mücadelelerimizde. Nefret doluyor içimiz. O vakit
dünya bizi değiştirmeye başlıyor. Adalet ve hakkaniyet arzusuna nefret
bulaştığı an, musibetler artıyor. Acaba bu mücadelede zulmü durduramasak
bile, musibetleri ikrama çevirme niyetimiz şerrin ardındaki hayrı
gösterir mi bize?.. Yine bazen iftiralar karşısında ilk önce Meryem
suskunluğuna bürünmek mümkün olabilir mi bizler için?.. Hamile olduğunu
öğrenenlerin iftiraları karşısında Hazreti Meryem, Rabb’inin sesine
kulak vererek içine döner, konuşma orucu tutar. Tefekkür, musibetleri
ikrama çevirme yolunda, zulüm karşısında mücadele vermenin bir parçası;
onun alternatifi değil elbet. Ama bir an dahi suskun kalsak, zulme boyun
eğmiş olacağımızı sanıyoruz.
Nihai amacımız haksızlığa karşı
koymak, fakat daha geniş hakikatte nefretin daha da yayılacak olmasını
bazen görmüyor veya önemsemiyoruz. Bu, hiç istemeden başka haksızlıkları
getirebiliyor üzerimize. Asıl dava, O’nun bizden beklediği gibi olma
gayretiyse... Musibet isabet ettiğinde, -velev ki kendi Limni adamızda
kan kusmakta olalım- içimize çekilip tefekkür etmek de fiili mücadelenin
bir parçası olsa gerek bizler için.
Leyla İpekçi
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yorumlar
Yorum Gönder